İçinde yaşadığımız toplumda sık sık kadının, erkeğin boyunduruğunda oluşu, onun yaşam koşullarının değişmesinin imkânsız olduğu söylenir ve kadının bu konumu onun doğuştan gelen özelliklerine bağlanır. Özelde cinsiyetler genelde tüm insanlar için eşitlik istediğimizde; kadının bağımlılığının ve erkek karşısındaki ikincil konumunun eskiden beri hep var olduğu ve gelecekte de hep var olacağı söylenir. İnsanlık tarihine kulaklarını ve gözlerini kapayan, sadece yaşadığı döneme göre değerlendirme yapanlara, içinde bulunulan durum “böyle gelmiş, böyle gidecekmiş” gibi gelir. Bunun hiçte böyle olmadığını insan toplumunun gelişim tarihine bakarak göreceğiz.
Bundan binlerce yıl önce, medeniyetlerin yani sınıflı toplumların ortaya çıkmasından önce insanın insanı ezmediği, sınıfların olmadığı bir düzen vardı. Kadın bu düzende ezilmediği gibi toplumu yöneten, toplumda önemli rolü olan bir cinsiyetti. Tabi bu, bugün erkeğin egemen olup kadını ezmesi gibi anlaşılmamalı. Çünkü insanlık tarihinin bu aşamasında, insanın insanı ezmesi düşünülemeyecek bir şeydi.
Şimdi kafalarımızda canlanması açısından kadının toplum içinde çok daha önemli olduğu, insanların avcılık ve yabani ot, meyve toplayıcılığıyla geçinip, küçük topluluklar halinde dolaştığı, ilkel komünizmin yaşandığı dönemlerden bahsetmek istiyorum.
Bu gelişme döneminde erkek ve kadının yükümlülükleri ve hakları arasında ayrım yoktu. Tüm toplum, avcılık ve toplayıcılıkla geçiniyordu. Antropologların araştırmaları, bu dönemde kadın ve erkeğin bedensel özellikleri, güçleri ve çeviklikleri arasında büyük bir fark olmadığını ortaya koymuştur. Kadınların göğüsleri az gelişmiş, kalçaları dar ve kasları güçlü bir şekilde oluşmuştur. Bugün kadınlar için karakteristik olan gelişmiş göğüsler, ince narin bir yapı, yuvarlak vücut biçimleri ve zayıf kaslar gibi bize rakamlarına kadar belirlenip (90-60-90 gibi) model olan özellikler, çok sonraları kadınların kuşaktan kuşağa görevlerinin (dişi rolüyle) sadece soyunun üremesine indirgenmesiyle oluşmuştur.
Oysa ilkel komünal toplumda, kadın topluluğun diğer üyeleri gibi yaşama içgüdüsüyle vahşi hayvanlara karşı kabileyi savunuyor, meyve ve ot topluyordu. O zamanlar yasa, hukuk, özel mülkiyet, erkeğe tek yanlı bağımlılık yoktu. Kadın da toplumun diğer tüm üyeleri gibi tamamen kolektife bağlıydı.
Kadının doğurganlığı, onu avlanma ve toplayıcılıktan bir süre alıkoyuyordu. Bebekli anneler, diğerleri av ile geri dönene kadar beklemek zorundaydı. Elinde besin stoku yoktu. Kendini ve çocukları doyurmak için bunları kendi emeğiyle sağlamak zorundaydı. Bazı araştırmacılar ziraatın başlangıç nüvelerinde kadınların etkisi olabileceğini söylüyor. Ayrıca ilk sığınağın, kendini ve çocuklarını yakıcı sıcaktan ve yağmurdan korumak için kadınlar tarafından kurulmuş olabileceği de konuşuluyor. Ot topladıkları için bunların özelliklerini öğrenecek zamanları, fırsatları da erkeğe göre daha fazla oluyordu. Bu nedenle bitkilerin yararlarını bilen ilk doktorlar da büyük oranla kadınlardı.
O dönemde kadınların bilgisi erkekte yoktu. Erkekler sürekli avda oluyor, düşünmeye ve sabır gerektiren gözlemlere zamanları olmuyordu. Doğa üzerine deneyimleri, geride kalanlara bırakma görevi de kadınındı. Bu yüzden bilgi erkek tarafından saygı duyulan kadının bir özelliğiydi. Toplumsal gelişmeyi ilerleten bir dizi buluşta kadının önemli rolü vardı. İnsana doğru gelişimde, dört ayaklıdan iki ayaklıya geçişte de kadının belirleyici olmasa da etkileri olabileceği tartışılıyor. (Kendini savunurken aynı zamanda boynuna sarılı yavruyu, dik yürüdüğünde daha rahat tutabileceği düşünülüyor.)
“…
Yukarı Vahşet Konağında kadının güdücü rol oynadığını ve bu rolünü Barbarlık çağına dek geçirdiğini ilk Girit Medeniyetinde tanrıların hep kadın olması açıkça ispat eder.
“…
Kromanyonların, İspanya’da daha acemice çizdikleri: “Kadınlı erkekli harp sahneleri”, Sapiens kadınının savaş alanında erkekle boy ölçüştüğünü ispat eder. İnsanın ilk yazılı tarihi bildiği çağlarda, bizzat Heredot kadıncıl düzenli pek çok toplum sayar. Amazonlar ve Syrüs’ü yenen Asyalı müthiş kadın hikayeleri, medeniyetten 3-4 bin yıl sonralarına dek kadıncıl düzenli toplumların ayakta durabildiğini gösterir.
“…
Sapiens insanların yaptıkları bütün resim, heykel ve desenler içinde hemen hemen hiç erkek bulunmayışı, o toplumda kadının baş rolü oynadığından başka bir şeyle açıklanamaz.
Yukarıda söylediklerimiz Totemle karışık manevi belgelerdir. Kadıncıl düzenin ve o zamanki kadın üstünlüğünün maddi belgesi daha güçlüdür.
“…
Bugünkü kadında bir eksiklik varsa bunu doğanın gereği saymamalı, erkeğin 10 bin yıldır kadını içine düşürdüğü çıkmazda, baskıda ve ezgide aranmalıdır. Sonradan erkek kafatasının ve gövdesinin de daha iri olması nasıl erkeğin toplum düzeninde üstün Babaşah kelimesiyle açıklanabilirse, Vahşet çağındaki kadın kafatasının daha hacimli olması da, tıpkı öyle, o zaman toplumu güden kadın, Anaşah olduğunu gösterse gerektir.
…” (Hikmet Kıvılcımlı: Tarih-Devrim-Sosyalizm, Derleniş Yayınları)
Fakat insanlığın gelişimi sürekli devam ediyordu. Toplumlar kendi geçimlerini sağlayabilmek için yeni üretim biçimleri geliştiriyordu. Bu çabanın sonucu; hayvanların evcilleştirilmesi ve çobanlığın keşfiyle sürü ekonomisine geçiş oldu. Bu geçiş insanlığın ORTA BARBARLIK dönemine denk geliyor.
Kabilenin zenginliği yakalanan hayvan sayısıyla belirlendiğinden; erkek, baş üretici olarak görülüyor, sürüler büyüdükçe kadına göre daha çok söz sahibi olmaya başlıyordu. Erkeğin önceleri kendine ait yalnızca oku ve yayı varken, bu süreçte sürülerin aidiyeti onun oldu. Artık erkeğin kontrol ettiği zenginlikleri ve yetkileri giderek artıyordu. Ama analık hukukunun uygulanıyor olmasından dolayı bu zenginlikler; kendi çocuklarına değil annesinden olan kız ve erkek kardeşlerine kalabiliyordu. Burada karşısına analık hukuku çıkıyordu. Bu, çoban erkeğin egemenliğine engeldi. Erkeğin ekonomik gücü ele geçirmesiyle süreç içerisinde soy zinciri de erkeğe geçti. Böylece kadın alt edildi. (Burada hemen belirtelim ki, özellikle Asya ve Doğu tarihinde görülen ve Güney Amerika ve Çin’de ortaya çıkmış olan, Amazon imparatorluğuna dair efsaneleri kadınların yeni düzene karşı mücadele ve direnişinin kanıtı olarak görenler var.)
Sonuç olarak kadının alt edilmesi ÜRETİCİ GÜÇLERİN BELİRLİ BİR GELİŞME AŞAMASINDA, orta barbarlığın sürü ekonomisinde KAÇINILMAZ olarak ortaya çıkmış bir olgudur. Rakamlarla konuşursak ortalama olarak 10 bin yıl önce ilk kez görülmeye başlayan bir olgudur. Demek ki kadın 10 bin yıldır ezilmektedir.
Kısıtlı, üretken olmayan ev işleri ve ocağın başı kadına kalırken erkek, dışarıdaki tüm üretken ve zenginliği biriktiren işlerle uğraşıyordu. Kadının alt edilişiyle kadınlar kamu kurumlarında konumlarını yitirdiler, kurul toplantılarından ve her türlü yönetici etkinlikten de yavaş yavaş dışlandılar.
Kadın ve erkek arasında yaşanan bu farklılaşma, toplumlarda artık eşit olmayan insanların bulunabilmesinin başlangıcı oldu.
İnsan emeğinin artan üretkenliği ve zenginliğinin birikimi sonucu ekonomik sistem de zamanla karmaşıklaştı. Bu ilkel komünizmin ve içine kapanık kapalı kabilelerin çözülmeye başlamasını getirdi. Yavaş yavaş ilkel komünizm yerini özel mülkiyete ve artan değişime bıraktı. Toplumda artık sınıflar oluştu. Sınıflı toplumlara geçişle birlikte kadının ezilmesi ve sömürülmesi acımasızca katlandı. Buna rağmen toplumda hala kadıncıl düzenin olumlu ve eşitlikçi etkileri devam ediyordu. Bu etkilerin silinmesi gerekiyordu:
“…
Eski Yunan Mitolojisi Anacıl Girit toplumuna karşı, Barbar sürülerinin Babahan düzenini dayatışları ile doludur. Kahraman Thesee’lerin, Tanrı Zeus’ların başlıca sosyal ve tarihçil görevleri, anahanlığı yıkmak ve kötülemektir.
“…
Orta Barbarlığa dek tapılan, ondan sonra da halk inancından bir türlü sökülüp atılamayan kadın-ana idi. Erkek, Anacıl düzeni yıkmak için yapmadık zorbalık bırakmamış görünüyor. Tanrıların atası yıldırımlı Zeus: kadından tohumunu çalarak, kadın yerine kendisi gebe kalarak ve çocuk doğuracak kertelere dek, Anaşahı en doğal görevlerinde bile ortadan kaldırmaya çabalar.
…” (Hikmet Kıvılcımlı: Tarih-Devrim-Sosyalizm, Derleniş Yayınları)
Sınıflı toplumlara geçişte kadın yeni değerlerin üreticisi olan erkeğin uzantısı, değersiz bir varlık oldu. Ve tüm sınıflı toplumlar boyunca bu ezgi ve sömürü kesintisiz biçimde devam etti. Kadın bin yıllar boyunca evin dört duvarı arasında kapalı kaldı ve her türlü üretken çalışmadan dışlandı.
Köleci toplumda, köleler ve özgür olan köle sahipleri vardı. Köle sahiplerinin karıları kölelerden daha iyi konumdaydı ama kendi evinde kocası karşısında yine ezilen ve önemsenmeyen bir varlıktı. Kölelerin zaten hiç hakları olmadığından, kadınlar ve erkekler eşitti. Onlar eşit oranda haktan ve özgürlükten yoksundular. Bu durum feodalizmin olduğu toplumlarda da devam etti.
Kadının değişen konumunu görmek için bir iki alıntı ve örnek vermek istiyorum. Yaklaşık bundan 500-600 yıl önce Yunanlı kadının o zamanki konumu, Euripies’in “Medea”sında ifadesini buluyor:
“…
Bundan da kötüsü ama;
Bedenimiz onundur artık tamamen
Ve korkunç tehlike: nasıl biri olacak,
İyi mi kötü mü? Çünkü kadın için boşanmak
Bir lekedir her zaman,
“…
Erkek, evinde ağzının tadı bozulmuşsa eğer
Dışarıda bulur, ruhunun kaderini dindiren şeyi
“…
Onlar çarpışırken savaşlarda, evde rahat
Tehlikeden uzak yaşadığımız söylenir!
Budalaca bir düş
…”
Kadın ezilmeye ve sömürülmeye bugün de devam ediyor…
Barbarlık.org
KAYNAKÇA:
1- Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Friedrich Engels
2- Tarih-Devrim-Sosyalizm, Hikmet Kıvılcımlı
3- Sosyalizm ve Kadın, A. Bebel
4- Toplumların Gelişmesinde Kadının Rolü, A. Collantai
5- Kadınların Kurtuluşu İşçi Sınıfının Kurtuluşundan Bağımsız Değildir, Derleniş Yayınları
Etiketler: Anacıl Düzen, Anahanlık, Hikmet Kıvılcımlı, İlkel Komünal Toplum, kadın sorunu, Orta Barbarlık
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder